Tutuklandıktan sonra beraat veya takipsizlik istemek için bir şans var mı?
Ceza adaleti uygulamalarında sıkça karşılaşılan bir durum vardır: davada önemli bir tartışma olsa bile, savcı, onaylanmış tutuklama kararına sahip şüpheliyi mahkemeye sevk etme eğilimindedir. Bu durum, "yakalama ve kovuşturmanın bir arada bulunması" sisteminin mantığına dair sorgulamaları beraberinde getirmiştir.
Yakalama ve dava sürecinin birleştirilmesi, aynı savcının hem yakalama hem de dava sürecini değerlendirmesini ifade eder. Buna karşılık, yakalama ve dava sürecinin ayrılması, bu iki aşamanın farklı savcılar tarafından ayrı ayrı yürütülmesi anlamına gelir. Bu iki sistem, ülkemizin yargı pratiğinde birçok değişim geçirmiştir.
1970'lerin sonlarında, savcılık organları yeniden yapılandırma sürecinin başında, yakalama ve kovuşturmanın birleşik olduğu bir sistem benimsendi. 1980'lerde, iç denetimi güçlendirmek için yakalama ve kovuşturma ayrıldı. 1990'larda, dava sayısının fazla olması nedeniyle tekrar yakalama ve kovuşturma birleştirildi. 1999'da, Yüksek Savcılık, ceza davaları savcılığını, yakalama ve kovuşturma daireleri olarak ayırdı ve resmi olarak yakalama ve kovuşturma ayrımını tesis etti. 2019'da, savcılık organları reformları yeniden yakalama ve kovuşturmanın bütünleşik bir şekilde uygulanmasını sağladı. Son zamanlarda, bazı bölgelerde yeniden yakalama ve kovuşturma ayrımını denemeye başladılar.
Tutuklama ve dava açmanın birleştirilmesinin avantajları, dava işleme verimliliğini artırmak, yargı kaynaklarını birleştirmek ve savcıların sorumluluk duygusunu güçlendirmektir. Ancak, bu sistemin dezavantajları da vardır. Savcılar, tutuklama kararının yanlış olabileceğini fark ettiklerinde, genellikle bunu düzeltmekte zorlanırlar ve davayı mahkeme aşamasına kadar ilerletme eğilimindedirler.
Buna karşılık, kovuşturma ve yargılama ayrımı iç dengeyi güçlendirebilir, ön yargıların etkisini azaltabilir ve şüphelilerin haklarını daha iyi koruyabilir. Ancak bu model, dava sürecinin verimliliğini düşürebilir ve farklı savcıların aynı dava hakkındaki görüşlerinde uyuşmazlıklar ortaya çıkabilir.
Savunma avukatının perspektifinden bakıldığında, hangi sistemin uygulanacağına bakılmaksızın, kritik olan uygulayıcının tutumudur. Aşırı verimliliğe vurgu yapmak, yanlış dava ve haksız yere mahkum etme riskini artırabilir. Savcılık açısından bu davalar sadece iş başarısını ilgilendirebilirken, taraflar için derin etkiler yaratmaktadır.
Yüksek Mahkeme tarafından yayımlanan verilere göre, 2024 yılında ceza davalarında beraat eden veya ceza sorumluluğundan muaf tutulanların oranı sadece binde üç olup, her yıl azalma eğilimindedir. Gözaltına alındıktan sonra kamu davası açılmayan ve beraat edenlerin toplam oranı yalnızca %0.27’dir. Bu durum, ceza davalarının ilk 37 gününün önemini vurgulamaktadır; bir kez dava yönü saparsa, sonrasında geri dönüş çok zordur.
İster birleşik bir suçlamanın yapılması ister ayrı bir süreç olsun, sistemin kendisi sorun kaynağı değildir. Asıl zorluk, verimlilik peşinde koşarken adaletin sağlanmasını ve yanlış, haksız yargılamaların en aza indirilmesini sağlamaktır. Her bir davaya karışan kişi için ceza davaları hayatlarını etkileyebilir, bu durumun adalet çalışanları tarafından derinlemesine düşünülmesi gerekir.
View Original
This page may contain third-party content, which is provided for information purposes only (not representations/warranties) and should not be considered as an endorsement of its views by Gate, nor as financial or professional advice. See Disclaimer for details.
12 Likes
Reward
12
5
Repost
Share
Comment
0/400
MemeKingNFT
· 14h ago
Enayiler içeri girdi, kim karar veriyor? Bu piyasada kripto dünyası bile Rug Pull yapamıyor.
View OriginalReply0
StableGeniusDegen
· 14h ago
Bir avda bir tane doğru, fırsat verme değil mi?
View OriginalReply0
SilentObserver
· 14h ago
Gerçekten masum olmak bu kadar düşük olasılıktadır.
View OriginalReply0
SlowLearnerWang
· 14h ago
Yine değiştirip duruyorlar, bu kadar karmaşık hale getiriyorlar, bir kişinin yapması daha iyi.
View OriginalReply0
JustAnotherWallet
· 14h ago
Kim seni masum olduğun için umursar ki, zaten hepsini yakaladılar.
Tutuklandıktan sonra aklananların oranı sadece %0,27. Dava takibi sistemi reformu adaletin sağlanmasına katkı sağlayabilir mi?
Tutuklandıktan sonra beraat veya takipsizlik istemek için bir şans var mı?
Ceza adaleti uygulamalarında sıkça karşılaşılan bir durum vardır: davada önemli bir tartışma olsa bile, savcı, onaylanmış tutuklama kararına sahip şüpheliyi mahkemeye sevk etme eğilimindedir. Bu durum, "yakalama ve kovuşturmanın bir arada bulunması" sisteminin mantığına dair sorgulamaları beraberinde getirmiştir.
Yakalama ve dava sürecinin birleştirilmesi, aynı savcının hem yakalama hem de dava sürecini değerlendirmesini ifade eder. Buna karşılık, yakalama ve dava sürecinin ayrılması, bu iki aşamanın farklı savcılar tarafından ayrı ayrı yürütülmesi anlamına gelir. Bu iki sistem, ülkemizin yargı pratiğinde birçok değişim geçirmiştir.
1970'lerin sonlarında, savcılık organları yeniden yapılandırma sürecinin başında, yakalama ve kovuşturmanın birleşik olduğu bir sistem benimsendi. 1980'lerde, iç denetimi güçlendirmek için yakalama ve kovuşturma ayrıldı. 1990'larda, dava sayısının fazla olması nedeniyle tekrar yakalama ve kovuşturma birleştirildi. 1999'da, Yüksek Savcılık, ceza davaları savcılığını, yakalama ve kovuşturma daireleri olarak ayırdı ve resmi olarak yakalama ve kovuşturma ayrımını tesis etti. 2019'da, savcılık organları reformları yeniden yakalama ve kovuşturmanın bütünleşik bir şekilde uygulanmasını sağladı. Son zamanlarda, bazı bölgelerde yeniden yakalama ve kovuşturma ayrımını denemeye başladılar.
Tutuklama ve dava açmanın birleştirilmesinin avantajları, dava işleme verimliliğini artırmak, yargı kaynaklarını birleştirmek ve savcıların sorumluluk duygusunu güçlendirmektir. Ancak, bu sistemin dezavantajları da vardır. Savcılar, tutuklama kararının yanlış olabileceğini fark ettiklerinde, genellikle bunu düzeltmekte zorlanırlar ve davayı mahkeme aşamasına kadar ilerletme eğilimindedirler.
Buna karşılık, kovuşturma ve yargılama ayrımı iç dengeyi güçlendirebilir, ön yargıların etkisini azaltabilir ve şüphelilerin haklarını daha iyi koruyabilir. Ancak bu model, dava sürecinin verimliliğini düşürebilir ve farklı savcıların aynı dava hakkındaki görüşlerinde uyuşmazlıklar ortaya çıkabilir.
Savunma avukatının perspektifinden bakıldığında, hangi sistemin uygulanacağına bakılmaksızın, kritik olan uygulayıcının tutumudur. Aşırı verimliliğe vurgu yapmak, yanlış dava ve haksız yere mahkum etme riskini artırabilir. Savcılık açısından bu davalar sadece iş başarısını ilgilendirebilirken, taraflar için derin etkiler yaratmaktadır.
Yüksek Mahkeme tarafından yayımlanan verilere göre, 2024 yılında ceza davalarında beraat eden veya ceza sorumluluğundan muaf tutulanların oranı sadece binde üç olup, her yıl azalma eğilimindedir. Gözaltına alındıktan sonra kamu davası açılmayan ve beraat edenlerin toplam oranı yalnızca %0.27’dir. Bu durum, ceza davalarının ilk 37 gününün önemini vurgulamaktadır; bir kez dava yönü saparsa, sonrasında geri dönüş çok zordur.
İster birleşik bir suçlamanın yapılması ister ayrı bir süreç olsun, sistemin kendisi sorun kaynağı değildir. Asıl zorluk, verimlilik peşinde koşarken adaletin sağlanmasını ve yanlış, haksız yargılamaların en aza indirilmesini sağlamaktır. Her bir davaya karışan kişi için ceza davaları hayatlarını etkileyebilir, bu durumun adalet çalışanları tarafından derinlemesine düşünülmesi gerekir.